Atatük'ün Hatırası / Yürüyen Köşk
Gamzegraf ile İznik yollarına düştüğümüzde içinden geçmiştik
Yalova’nın. İznik’in her eserinin neredeyse tadilatta olması sebebiyle hayal
kırıklığı yaşamış, Yalova’ya sadece bakmış onun içinde olan güzellikleri
görememiştik. Feribotun yanında Yürüyen Köşkü gördüğümüzde içimiz kıpırdamıştı,
senin için tekrar geleceğiz diye fısıldamıştık.
O gün gelmişti, Yalova yolları için sabahın erken
saatlerinde yollara düştük. Yollar bize tebessüm ediyordu, “bize gününüz güzel
geçecek, belki dönmek istemeyeceksiniz” diyordu. Metro, oradan feribot ile
başladık yolculuğumuza. Yolda olmak başlı başına hoş geliyor. Hayatın yükü en
iyi yollarda atılıyor insanın üstünden.
Sabah saat kaçtı bilemiyorum. Feribotta amansızca fotoğraf
çekinen insanları, balkondan izliyordum. Hafif bir tebessüm, bazen kocaman bir
gülücük ile. Feribot yaklaşırken limana sebepsiz bir iç çektim. Bugün güzel
geçmeli. Tarihe, Atama doymalıyım!
Feribotun hemen yanında bulunan danışmaya sorduk, “açık mı?”
diye. “Evet, isterseniz yarım saat sonra araç gelecek” dedi. “Teşekkürler”.
Ablam ile ortak noktamız olan yürümek en iyisi. Bakıştık ve yürümeye koyulduk.
Bazı kelimeleri telaffuz etmeye gerek yok. Bakışarak anlaşabiliriz.
Yürüyen Köşk’e adımlarım ağır ağır, kalbim küt küt
ilerliyordum. Aklımda hep Atamında buradan geçtiği, arada uzaktan bize tebessüm
ettiğini canlandırıyordum. Resimlerden tanıdığım o güzel yüz ifadesi ile. Yolun hayli uzun olduğunu çok sürmedi fark etmem.
Ne kadar zaman sonra vardığımızı bilemiyorum, işte karşıda yürüyen köşk ve
asırlık çınar! Ablamla bakıştık ve gülüştük. İçimizden koşmak geldi belki de
oraya doğru.
Biletlerimizi almak için görevlinin yanına girdik ve gezinin
başlamasına 20 dakika vardı. Çevreyi turladık biraz. Çınarı seyrettik. Atamın
baktığı gibi bakmak istedim çınara. Tam olarak nereden bakmış ona bakarken
neler görmüş, neler hissetmişti, ne büyük doğa sevgisidir ki, hemen karşısına
köşk yapılmasını istemiş, zamanla çınarın dalları köşke zarar vermeye başlamış,
ağacın dallarının kesildiğini gören Atatürk, hüzünlenmiş, belki sinirlenmiş, “hayır,
ağacı kesmeyin, köşkü taşıyın” demiş. Böyle başlamış Yürüyen Köşk’ün hikayesi.
“Önce bina
çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılarak temel seviyesine inilmiş.
İstanbul'dan, köprü altından getirilen tramvay rayları, binanın temeline
yerleştirilmiş. Santim santim yapılan çalışmalar sonunda bina, temelin altına
sokulan raylar üzerine oturtulmuş. Köşkün yürütülme işlemi iki safhada yapılmış.
8 Ağustos 1930 Cuma günü öncelikle yapının teras bölümü ( toplantı salonu
olarak kullanılan, üç yanı camlarla kaplı bölüm ) kaydırılmış. O gün yapılan işlemlerden sonra çınar
kesilmekten kurtulmuş. Gazi Mustafa Kemal, bu işlemin tamamlanıp çınar ağacının
dallarını kesilmekten kurtardıktan sonra kendisine bunun nedenini soranlara
cevabı şu olmuştur: " Ağaç
çınardır. Çınar ise devlet !... " Ve Atatürk, 11
Haziran 1937’de şahsına ait bütün taşınamaz mallar gibi bu Köşkü de Türk
Milletine bağışlar. Bu
bilgiler Haytap sitesinden alınmıştır.
Köşk gezisi başladı. Şanslıydık ki sadece biz vardık. Belki
de bu utanılması gereken bir şeydir. Avm’ler dolup taşacağına tarihi yerlerimiz
dolsa taşsa keşke. Rehber bize Köşkü anlatıyor, bizse eşyaların gösterişten
uzak, yalın ve yalnız hallerine bakıyorduk. İçimde bastırmaya çalıştığım
dokunma istediği gözlerimi doldurmaya başlamıştı. Ağlamak istiyordum. Merdivenlerden
çıkarken bir an Atamın önümde yürüdüğünü düşledim. Bir kez olsun görmek, bütün
ömrüm boyunca bana yeterli olur muydu? Belki de bu bir aşktı kim bilir.
Köşkün içinde Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın işlediği
yorgan kalbimi titretti. Güzel kelimesi basit kalır. Ama daha uygun ne
olabilir, bilmiyorum. Bir odada Atatürk’ün balmumu heykeli bulunuyordu.
Gözlerim dolu gülümsedim Ata’ma. Belki oda bana kim bilir? Belki de üzgündü.
İstediği gençlik biz miydik? Hiç sanmam. Ben böyle düşünürken rehber tekrar
konuşmaya başladı. Doğrusu ezberden anlatıyor, almak istediğim tadı
törpülüyordu sanki hızlı konuşuyor, hissetmiyordu. Sadece işti yaptığı, duygu
var mıydı? Bilemem. “Köşkte mutfak bulunmuyor” dedi, “Atatürk, yemek kokusunu
sevmezdi” dedi net bir ifadeyle. Sadece 1 saat süren Kaplıcalardaki Atatürk
Köşk’ünün rehberi ise, “ben bu ifadeyi doğru bulmuyorum, çoğu sarayın da
mutfağı yoktur, ya dışarıdadır ya da en altta ufak bir bölmededir. Saraylar ve
köşkler önemli kararların alındığı yerler olduğu için yemek kokusu istenmez.” Dedi.
Hangisi doğrudur bilemem. Ancak 2. Rehber bana daha yakın geldi. Çünkü mütevazi
ve kişilerin duygularıyla ilgili net olmayan bir ifadeye daha sıcak bakıyorum. Tarih bir derin
çukur ve bana kalırsa tarih sahnesindeki insanların neyi sevip neyi sevmediği
ile ilgili fikirler net olamaz. (eğer kendi söylemleri yoksa)
Köşkten çıkıp tekrar gezinmeye başladık ve bir çay içtik,
köşkü izlerken yanı başımızda masmavi deniz, ötede Ertuğrul Yatı’nı görmeyi
düşleyerek.
Dönüş yolunda Elektrikli otobüse binmenizi tavsiye ederim,
çok eğlenceli ve ücretsiz. Müzik ve her taraftan içimize dolan rüzgar ile Köşke
usul usul veda ettik. Hoşça kal Atamın anısı. Kalbimde ki yerini unutma. Ve
sonsuza kadar kendini koru.
Yürüyen Köşk'ün bilet ücreti:1 lira
Yorumlar
Yorum Gönder