Ana içeriğe atla

Dr. Harriet Lerner - Öfke Dansı

 

Dr. Harriet Lerner - Öfke Dansı




Dr. Harriet Lerner - Öfke Dansı


İlk olarak size kısaca bir önyargımdan bahsetmek istiyorum. Kişisel gelişim kitaplarına duymuş olduğum rahatsız edici ve hiç de gerçekçi olmayan bir tutumumdan. Ben kısa zaman öncesine kadar kişisel gelişim kitaplarını içi boş, sen aslansın yaparsın, istersen yapmayacağın - yapamayacağın hiçbir şey yok , kendine güven vs vs tarzında cümleler topluluğundan oluşan bir yığın sayfa sanırdım. Bu algımı yıkıp, kitap kulübümle birlikte psikolojik bir kitap olan öfke dansını okumaya başladım. Bu kitap benim için, içinde kişisel gelişimi de barındıran bir kitap oldu, zira psikolojik sağlık konusunda sorun yaşayan ben, kişisel gelişim konusunda da bariz eksikliklerim olduğunu fark ettim ve bu iki kavramın birbirinden çokta ayrılamayacağına karar verdim, en azından bu kitap size kesinlikle kişisel gelişim alanında da fayda sağlayacaktır.


Kitap öfkeyi tanımlayarak bize bunun normal bir his olduğunu anlatıyor! Evet öfke duymamız gayet sıradan, diğer hislerimiz gibi bir his. Peşinden pişmanlık ve suçluluk hissettiğimiz bir öfke normal değil! Ancak öfkemizi yönelttiğimiz durumları, insanları, kontrolsüz öfkenin yanı sıra öfkeyi yönetebildiğimiz zaman hayatımızın nasıl değişebileceğini bize kısa hikayeler ve örnekler ile çok net bir şekilde açıklıyor. Dili oldukça basit, sizi terimlere boğmuyor ve kitabı bitirdiğiniz taktirde size hayatınızın değişeceğini de vadetmiyor. Hatta tersine içinde kendimizi bulduğumuz örnekleri sıklıkla okumamızı ve pekistirmemizi söylüyor. Değişimin zorlu bir süreç olduğunu, önemli olanın kararlı ve pes etmeden yıllarca sürebilecek olan bir yolda yılmadan kararlarımızın arkasında durmamız gerektiğini anlatıyor.


Öfke nedir? Neden öfkeleniriz? Öfkenin nedenleri nelerdir? Hayatım konusunda karar verme sorumluluğu kime ait? Neden sorumluyuz? Neden sorumlu değiliz? Başlıca sorularını sormayı öğreniyoruz, evet öğreniyoruz! Bu soruları sorabildiğimizde öfke konusunda da birkaç adım ileri gidiyoruz. Çünkü çoğu zaman hayatımızın sorunlarında başkalarını çok kolay suçlayabiliyoruz. Ve hayatımız hakkında karar alma-verme, susma-soylenme, haklılık-haksızlık gibi durumlar bizde öfke duygusunun yaratılmasına zemin hazırlıyor.


Özellikle aile ve ikili ilişkilerde kadınların duygusal yoğunluğunu ve toplumun kadına yüklediği duygusal baskıyı da çok güzel açıklıyor.


Bu kitabın bana kazandırımlarından başlıcaları, beni sinirlendiren durumları gözden geçirdim ve derinlerde bunun sebebinin kendi yetersiz duruşum ve yetersiz duygularım olduğunu, bazen alınganlıklar yaptığımı ve beni sinirlendiren olayı çözmek yerine aslında olayı konuşup sürekli uzattığımı fark ettim. Daha sonrasında kendime, insanlar ve içinden çıkmadığım olaylar aslında benim konfor alanım mi diye sordum. Kavga edip rahatlıyorum, değişmeye çalışmıyorum ve aynı döngünün içinde rahatımı hiç bozmayıp, sinirimi bozarak zamanımı boşa harcıyorum. Artık sinirlendiğim bir durum yaşadığımda soru soruyorum. Ve bana iyi geliyor, öfkem konusunda kesinlikle gelişme yaşadığımı söyleyebilirim.

Labirentte ki fare değiliz, sıkıştığımız yollarda, işin içinden çıkamadığımız durumlarda yeni çözümler üretebiliriz! Şayet fareler bile çıkmaz yola saptığında davranışlarını değiştirmeyi öğreniyor!


Kısa bir not olarak: İlişkiler de nasıl ve ne noktalarda hatalar yaptığımızı, bir ilişkiyi sorunu çözmeden bitirip konuyu kapatmanın doğru olmadığını, sorunlara 3. kişi olarak dahil olmanın ve ya birini dahil etmenin zararlarını ve bu sorunları nasıl aşacağımızın cevaplarını öğreniyoruz. Anne-baba, çocuk, eş, iş arkadaşı kim olursak ve ya karşımızda ki kim olursa olsun, ilişkilerde sonsuz sorun ve sayısız çözüm olduğunu unutmamalıyız. Kimse bize kendimizi suçlu ve huzursuz hissettiremez aynı şekilde de mutlu. Bunun kararını ancak biz verebiliriz. Her türlü durum ve duygunun bizim tercihlerimizin sonucu olduğunu bilmeli ve bunu kabullenmeliyiz!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan Neyle Yaşar? / Mum

"'Göze göz, dişe diş' dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin." (Matta, 5:38-39. baplar) “Bu olay derebeylik zamanlarında yaşandı. Her türden derebeyi vardı o zamanlar. Tanrı ve ölüm korkusu olan, insana merhamet etmeyi bilenler de vardı, hatırlamaya bile değmeyecek, köpek gibi olanlar da. Fakat en kötüleri, çamurun içinden çıkmasına rağmen prens olmuş gibi davranan, toprak köleleri arasından yükselip amir olanlardı! Herkes en çok onlardan çekiyordu.”  Diyerek başlıyor  hikaye. Köylülere eziyet eden bir kâhyayı anlatıyor. Burada ana karakter “kötü” bir insan. Kötülüğü ise hırsından geliyor. Yükselerek bir köye kâhya olmuştur. Ancak köylülere eziyet etmektedir. Kraldan çok kralcılık taslıyor diyebiliriz. “Kâhya eline gücü geçirir geçirmez köylülerin tepesine bindi. Onun da bir ailesi –karısı ve evli iki kızı- vardı, epey de para biriktirmişti: Günaha girmeden, rahatça yaşayıp gidebilirdi, ama hırs dolu olduğun...

İnsana Ne Kadar Toprak Lazım / İnsan Neyle Yaşar?

Bu öyküyü çok küçükken okumuştum. Yıllar geçtikten sonra tekrar okuduğumda bu kadar hafızamda yer etmiş olmasına şaşırmıştım. Öykünün tümünü hatırlıyordum. Öyküyü yeniden okuduğumda çok etkilendim. Büyük ihtimalle küçükken okuduğumda da bu denli etkilenmiştim. İnsanın aç gözlülüğü belki bu kadar açık, nazik ve zekice anlatılabilirdi. Aza kanaat etmeli. Aslında bundan bir 10 yıl önce kendi çevremde de bu böyleydi. Herkes her şeyi paylaşır, herkes halinden memnundu. Kimse daha fazlasını aç gözlülük ve ya göstermek için istemezdi. Kendi hayatını ileri taşımak herkesin hayalidir. Benimde öyle ancak, bu hırsla ve aç gözlülük yüzünden olmamalı. Bilinçlice eldekilerin keyfini çıkarırken gelmeli daha fazlası. Böyle olursa eğer hayatın tadının daha iyi çıkacağını düşünüyorum. Hep daha fazlasını isterken, ömür bitiyor bir hiçlik içinde. Özellik son zamanlar da, artık hemen hemen herkes halinden şikayetçi. Herkes daha fazlasını istiyor ama kimse daha fazlasının ne olduğunu bilmiyor. Çü...

Kıvılcımı Söndürmeyen Ateşi Zapt Edemez

İnsan Neyle Yaşar? Kitabının ikinci öyküsüydü bu hikaye. Başlığı okumamla beraber merak etmeye başlamıştım bu öyküyü. Hani bazı cümleler vardır, insanın içine dokunur işte böyle olmuştu. Daha başlıkta içime dokunmuştu. Bu kısa öykü bir hayat dersi aslında. Nefret küçük bir kıvılcım olup yüreğimizde ki yerini aldığında kendimizi haklı çıkarmak adına her yola sürükleyebiliriz. Nefret yüktür derler ya işte öyle… Bu hikayede de nefretin aslında en çok kime zarar verdiğini net bir şekilde göreceğiz. Bir yumurtadan başlayan, her şeyi koca alevlere dönüştüren bir öfke anlatılıyor bu öyküde. Aslında ilk başlarda huzurlu bir komşulukları vardı bu öyküde ki insanların. Sonra bir gün tavuk karşı komşunun arsasına girer ve bir yumurta kayıptır. Önce kadınlar başlar kavgaya. Bir yumurtadan sebeple… Sonra erkeklerde dahil olur bu kavgaya. Öyle büyür öyle büyür ki bu kavgalar. Artık birbirlerini şehre gidip mahkemeye vermekten neredeyse topraklarıyla uğraşacak vakit bulamamışlar. Tabi ...