Ana içeriğe atla

Zülfü Livaneli / Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm Kitap Yorumu ve Alıntılar

Zülfü Livaneli / Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm Kitap Yorumu ve Alıntılar


Serenad’ı anlatırken bahsettiğim gibi en sevdiğim yazarla tanışmış akabinde birçok kitabını kütüphaneme eklemiştim. Ardından elime aldığım Bir Kedi Bir Adam Bir ölüm kitabını hemen okumaya başladım.

Hayatımda ilk kez karşılaştığım bir tarzda yazılmıştı. Bir kitabı iki kişi anlatıyor, ilk bölümde bir adamın hayatını kaleme alan yazar, ikinci bölümde El Yazısı olarak adlandırılmış olan hikayenin kahramanı olan adam, kendi hayat hikayesini anlatıyor. Yazara hangi konularda katılıp katılmadığını, nerelerde yalan söylediğini ve yazarın bazı abartmalarını itiraf ediyor.

Bir kitapta iki farklı üslup; bir yanda yazarın kaleminden çıkan ağır, süslü ve betimli cümleler, diğer yanda bizim gibi sıradan sanki karşımızda hikayesini doğrudan bize anlatan bir adam var. Kalemi o kadar hafif ki, bir bölümde ağır ve sakince okurken el yazısı bölümünde hızlı hızlı ve kolayca okunan bir kitap.  Ama bana öyle geldi ki, ilerleyen sayfalarda iki yazarın iki farklı üslubu olsa da, el yazısı dediğimiz bölüm sonradan ağırlaşıyor ve usta bir kalemden çıkmışcasına okuyoruz hikayesini. Kendi hikayesini anlatan Sami, hikayesine devam ederken o basit ve kolay dili kullanmıyor artık. Belki de hikayesinin ağırlığındandır bilinmez.

Bir Kedi Bir Adam Bir Ölüm, yayınlanması neredeyse çeyrek yüzyılı bulan bir kitap. Zülfü Livaneli’nin içine bir türlü sinmiyor, müsveddelerini kaldırıyor ve yıllar sonra tamamlıyor kitabını. Hatta kitap basıma gittikten sonra bile değiştirdiği yerler olmuş kitabının.

Zülfü Livaneli, İsveç’te bulunduğu sıralarda yazmaya başlamış kitabını. Öyle güzel, gerçekçi ve acılarla dolu bir hikaye kaleme almış ki, hala okurken derin izler bırakıyor. Geçmişe dönüp baktığımızda bu kadar da olamaz desekte, böyle acıların mutlaka olmuş olabileceği düşüncesi içimizde bir yerde kendini gösteriyor.

Hikaye, Stokholm’u ve orada dokuz yıldır yaşayan Sami’yi tanımlayarak başlıyor. Onu biz politik mülteci olarak tanıyoruz. Ruhunda, kendini sürgün etmiş olduğundan bihaberiz. Birçok ülkeden farklı kültürlerden gelen bir sürü mültecinin hikayesini öğreniyoruz. Çoğu Müslüman ülkeler olmak üzere, Avrupa’dan ve Japonya’dan gelmiş olanlar dahi var.

Sami, psikolojik olarak hasta bir adam, vücudunu sürekli dinleyerek tabiri caizse hastalık hastasıdır. Aslında herkeste olan organların bazen farklı işleyişi bizim hayat telaşımızda fark etmediğimiz bir durum. Ancak kendini sürekli kendini dinleyen bir adam için bunları fark etmesi hayli kolay.

Sami, psikolojik tedavi görmek üzere kaldırıldığı hastanede yaşlı bir adamla karşılaşacaktır. Bu adam, içinde özlemi, üzüntüyü, nefreti, acımayı  aynı anda onda uyandıracaktır. Bu adam, onun hayatını zindan eden, yaşamına ıstırap veren geçmişinden gelmiştir ve tam karşısındadır. Duyduğu nefret onu cinayet ve intikam planlarına sürüklerken, memleketinin bağrından çıkıp gelen ve anadil, anayurt özlemi çeken bu gurbetçileri anlaşılmaz bir şekilde yakınlaştıracaktır aynı zamanda.

Anadilin, hiç farkına olmadığım duygusunu önemini öyle bir yüzüme vurdu ki Livaneli, kendim bile biran için anadil özlemi çektim. Zaten” bir insana ha anadilini yasaklamışsın, ha dilini kesip atmışsın ne fark eder.”

Hikayenin ve Sami’nin acıları ile ipucu vermek istemiyorum. Kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi, “Gerçek bir şaheser! Teknik ve psikolojik olarak mükemmel! Öldürmek mi bağışlamak mı ikilemini en iyi veren roman.” – Yaşar Kemal.

- Alıntılar-

"Ölmek isteyeni kurtarmak, öldürmekle birdir."

'Çünkü insanları konuşarak tanıyamazsınız.Konuşmak,canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı.Dil yalan söylüyor,olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor.Bu yüzden insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil.''

"İnsan küçük düştüğünü hissedip kendini korumaya girişince, karşısındaki hiç aklına gelmiyor ve dünyanın en zalim yaratığı kesilebiliyor."

"İki boksörden birini tutmak zorunda olmadığını anlatmaya çalışıyordu hep. Bütün dünya boksörlere bakmaktan hakemleri, yani oyunun kurallarını kimin koyduğunu unutuyordu."

"Ben de ülkemden nefret ederek ayrılmıştım ama aradan geçen onca yıldan sonra anlıyordum ki hiç kimsenin toprağından tamamen kopmasına imkân yoktu.Ağaçlar,bitkiler gibi o toprağa dikilmiştik. Sürgünün en kötü yanı da buydu.Doğaya aykırıydı sürgün.Bu yüzden hepimiz perişan olmaya yazgılıydık. Mutlu bir sürgün yoktu ve olamazdı."

"Herhalde mutluluk dedikleri de bu olsa gerek:
biraz güvenlik, biraz can sıkıntısı."

"Bazen arkadaşıma anlatamadığım şeylerin vicdan azabına benzer utancını yaşıyorum."

“O benim uzun süren uyku dönemimi sona erdiren, yüreğime ilk yaşam kıpırtıları, küçük heyecan titreşimleri salan kişiydi.”

"Tek sorun, benim dışımda bir hayatı olmasıydı."

"Bir insana anadilinde konuşmayı yasaklamak, onun dilini koparıp atmak demektir."

"Batı'nın gözünde iyi Türk-kötü Türk ayrımı bile yoktur, sadece Türk vardır. Öylesine baskın bir damgadır ki bu, bütün kişisel özelliklerinin üstüne çıkar, onları boğar, kişiliğini öldürür. "

"Sanki hüznü kendisi içindi de iyiliği bütün insanlara yönelikti."

"İnsanın kendi ölümünü düşünmesi ne korkunç."

"Yaşlı adam: siz bu vatani hiçbir zaman sevmediniz!
Sami: biz sizi sevmedik. siz kendinizi vatan yerine koydunuz. biz de sizi sevmedik."

"Sana kurşun atana tutup çiçek veremezsin ki."

“Yanlışa karşı çıkıyorum ama doğruyu gereken güçte savunamıyorum.”

"Ona anlattığım bazı sırlarımı yazmaktan çekinmemişti. Doğrusu da buydu tabii; mademki anlatmıştım,artık benden çıkmıştı.Peki ya anlatmadıklarım? Ya dünyada kimseye söylemediklerim ? Onlar ne olacaktı ?"

"Aslında benim hiç yakın arkadaşım yoktur. Olmasını da istemem. Arkadaşlarım bunun farkında değil ama ben bu bağlantıların üstünde ya da dışındayım. Onlar gibi davranmaya, onlara benzemeye çalışıyorum, lakin içim farklı !"

“Anadil öyle birşey şeydi ki, aynı şeyi başka dilde söylediğinde bütün anlamı, rengi, kokusu yitip gidiveriyordu.”

"Ölümün kıyısı, ölümün kendisinden daha feci bir şeydir."

"Şiddetten nefret ediyorum ama ne yazık ki şiddeti durdurmak da şiddet kullanmayı gerektiriyor."

"Kötülük de iyilik de şartlara bağlı delikanlı."

"Kısacası bu dünyada, kimliği, kişiliği,yüzü silinmiş, hepsi birbirine benzetilmiş milyonlarca mülteci gibi yaşıyoruz."

"Solcuları sevmiyordum; sağcıları da sevmiyordum aslında; hiç kimseyi sevmiyordum. Çünkü insanlar beni incitiyordu. Onlarla ilişkilerimi bir türlü ayarlayamıyordum."

"İntikamın bile bir düzeyi vardı; alçakça olmamalıydı. "
"O zamanlar, hayatımın sonraki yıllarında öğreneceğim bir sözü bilmiyordum. Seneca diyordu ki:
"Kötülük etmeyi istememek başka, bilmemek başkadır. "

"İçimdeki karanlık, beni yaşayanlar dünyasına yaklaştırmıyordu."

"Mercimek kadar beyinleriyle ülkeyi mahvetmeseler, toplumun doğal dengelerini bozmasalardı. Muazzam salaklıklarına bakmadan toplum mühendisliğine soyundular ve sonuçta ülke elimizden kayıp gitti."

"Özlem dehşet duygusunu bastırabilir mi? Ait olma duygusu, nefretten baskın çıkabilir mi?.."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan Neyle Yaşar? / Mum

"'Göze göz, dişe diş' dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin." (Matta, 5:38-39. baplar) “Bu olay derebeylik zamanlarında yaşandı. Her türden derebeyi vardı o zamanlar. Tanrı ve ölüm korkusu olan, insana merhamet etmeyi bilenler de vardı, hatırlamaya bile değmeyecek, köpek gibi olanlar da. Fakat en kötüleri, çamurun içinden çıkmasına rağmen prens olmuş gibi davranan, toprak köleleri arasından yükselip amir olanlardı! Herkes en çok onlardan çekiyordu.”  Diyerek başlıyor  hikaye. Köylülere eziyet eden bir kâhyayı anlatıyor. Burada ana karakter “kötü” bir insan. Kötülüğü ise hırsından geliyor. Yükselerek bir köye kâhya olmuştur. Ancak köylülere eziyet etmektedir. Kraldan çok kralcılık taslıyor diyebiliriz. “Kâhya eline gücü geçirir geçirmez köylülerin tepesine bindi. Onun da bir ailesi –karısı ve evli iki kızı- vardı, epey de para biriktirmişti: Günaha girmeden, rahatça yaşayıp gidebilirdi, ama hırs dolu olduğun

İnsana Ne Kadar Toprak Lazım / İnsan Neyle Yaşar?

Bu öyküyü çok küçükken okumuştum. Yıllar geçtikten sonra tekrar okuduğumda bu kadar hafızamda yer etmiş olmasına şaşırmıştım. Öykünün tümünü hatırlıyordum. Öyküyü yeniden okuduğumda çok etkilendim. Büyük ihtimalle küçükken okuduğumda da bu denli etkilenmiştim. İnsanın aç gözlülüğü belki bu kadar açık, nazik ve zekice anlatılabilirdi. Aza kanaat etmeli. Aslında bundan bir 10 yıl önce kendi çevremde de bu böyleydi. Herkes her şeyi paylaşır, herkes halinden memnundu. Kimse daha fazlasını aç gözlülük ve ya göstermek için istemezdi. Kendi hayatını ileri taşımak herkesin hayalidir. Benimde öyle ancak, bu hırsla ve aç gözlülük yüzünden olmamalı. Bilinçlice eldekilerin keyfini çıkarırken gelmeli daha fazlası. Böyle olursa eğer hayatın tadının daha iyi çıkacağını düşünüyorum. Hep daha fazlasını isterken, ömür bitiyor bir hiçlik içinde. Özellik son zamanlar da, artık hemen hemen herkes halinden şikayetçi. Herkes daha fazlasını istiyor ama kimse daha fazlasının ne olduğunu bilmiyor. Çü

En Ünlü Güney Koreli Erkek Artistler Doğum Tarihleri, Burçları ve Dizileri

      Konumuz Kore olunca aklımıza ilk gelen diziler ve oyuncular oluyor. Erkekleri yakışıklılığı ile kızları sevimliliğiyle gözlerimize adeta şölen yaşatıyor. Benim de boş zamanlarıma ve uyku tutmayan gecelerime sık sık eşlik ediyor Koreli yapımlar. Bir dizi bitti mi hemen oyunculara ilgim yöneliyor ve tabi ki ilk olarak doğum tarihleri sonrasında da burçları merakımı cezbediyor. Bunun için en beğendiğim oyuncuların doğum tarihleri, burçları ve en popüler dizilerini hem kendim için hem de sizler için bir liste halinde hazırladım.  😍 En Ünlü Güney Koreli Artistler Doğum Tarihleri, Burçları ve Dizileri Listesi; Ji Chang Wook: 5 Temmuz 1987 ve Yengeç Burcu Dizi Önerisi: The K2, Healer           Lee Jong Suk: 14 Eylül 1989 ve Başak Burcu Dizi Önerisi: W, Pinocchio, Doktor Stranger ·          Park Hae Jin: 1 Mayıs 1983 ve Boğa Burcu Dizi Önerisi: Bad Guys, Man x Man Kim Woo Bin: 16 Temmuz 1989 ve Yengeç Burcu Dizi Önerisi: The Heirs,