Dostoyevski okumak için uzun zamandır bekliyordum. Rus dili
okumamın vermiş olduğu kararla artık ertelemek istemiyordum. Sürekli kulak
aşinalığı olan, dili ağırdır, okusan anlayacak mısın ve daha bir sürü gereksiz
lafı geride bırakıp kitabı elime aldım.
Daha kapağı açıp ilk cümleleri okumamla beraber kitap
inanılmaz güzel gelmişti. Elimden bir süre bırakamadım. Bir bölüm daha bir
bölüm daha derken neredeyse yarılamıştım. Kitap boyunca altını çizdiğim yerler
o kadar çoktu ki bu kadar samimi bir dili olduğunu bilmiyordum. Dosteyevski’nin
o iç dünyasına inmeyi, böyle güzel notları okumayı bu kadar gece bıraktığım
için kendime kızdım.
Kitabı ilk okuduğum birkaç bölümde istem dışı olarak sanki
Gogol’u görüyordum. Cümlelerin ve hikayenin anlatılışı bana onu çok
anımsatmıştı. Bunu ablama söylediğimde bana zaten Dostoyevski ne demiş, “hepimiz
Gogol’un paltosundan çıktık.” Evet çok doğru diye onayladım. Emin olmamakla
birlikte belki de ilk girişte onun izini taşıyordu. Ancak git gide bana Gogol’u
unutturmuş bu sanırım Dostoyevski’nin yazı tarzı demiştim.
Yeraltından Notlar, bir itiraf mı? Hayal ürünü mü yoksa bir
nevi otobiyografi mi? Bence hepsi… Bu kadar güzel tespitleri ben ömrüm boyunca
hiç okumadım… Bir daha okur muyum? Bu kitap kadar tat verebilir mi? Bence
mümkün değil.
Şöyle yorumlara bakınca hemen hemen herkes aynı şeyi
düşünmüş, resmen beni anlatıyor… Ben de aynı şeyi düşündüm. Ancak buna karşı
çıkıp bu cümleyi gereksiz bir geyik olarak da gören var. Bu kadar sert bir
ifadeye gerek yok bence. Okumuşuz, kendimizle ortak birçok yön görmüşüz, bizim
asla anlayamayadığımız ancak yaşadığımız bazı anıları, anları, karmaşık
hayallerimizi, destursuz yapmak istediğimiz kahramanlıkları öyle güzel ifade
etmişti ki, bırakın benzetelim ne olmuş? Bir kitap okurken kendimizi o kitapta
görüyorsak bu kitaptan daha güzel bir kitap olabilir mi bir insan için? Ben
kızıyorum kitaplar için böyle sert yorum yapan insanlara herkes senin
kullandığın tabirleri kullanmak zorunda mı? Kendimizi görmüşüz, bunda da garip
bir duygu hissetmişiz ne var ki bunda?
Dostoyevski’nin yalnızlığı, çekildiği köşesinde ki hayal
dünyası, gerçekten bu kadar takıntılı bir adam mı acaba diye düşündüren o
anıları, hastalıkları, kibri, korkuları, insanlardan kaçışı ancak arada yine insanların
içine dönme istediği, samimiyetsizlik dolu arkadaşlıkları nasıl gördüğü, aşkı,
nefreti, kahramanlığı, her şeyi farkında oluşu ve çok daha fazlasını bir kitaba
sığdırmış.
Kitabı okurken aklıma çok sık karşılaştığım bir söz geldi, “her
şeyi farkında olmak bir hastalıktır.” Bu söz kimin dersiniz? Tabii ki
Dostoyevski’nin.
Gerçekten kitabı okurken kendimi hep şunları söylerken
buldum, bunlar nasıl tespitler? Bu nasıl bir farkındalık?
Dostoyevski kitapta ara sıra bu notları kendim için
yazıyorum bir okuyucusu olmayacak diyor. Karşımda okuyucu varmış gibi yazarken daha
iyi itiraf edebiliyorum ve içimi döküyorum diyor.
”Yeraltından Notlar”, kötü durumda yaşayan bir insanın (gururu
için bundan utanmıyorum dese de evinden, kıyafetlerinden ve fakirliğinden utandığını
yeri geldiğinde öfkeden de olsa dile getiriyor)
hayat karşısında tutunamamasının, ruhsal olarak yaralanmasının, varoluşunu
dünyaya haykırmak isterken giderek kabuğuna çekilmesinin hikayesidir.
İçini açarsın bir insana, tüm sorunları bir öfke patlaması
da olsa anlatırsın ve bu insana bunları anlattığın için nefret edersin. Sonra o
insandan nefret ettiğin için kendine kızarsın. Mantıklı kararlar almaya
çalışırken, kalbinde rahat eden bir yer bulamazsın…
Kafa karışıklığının, iç çekişmelerin, her şeyi çok fazla
düşünmenin, normal bir insan olmak için sahteliğe ihtiyaç duymamanın bunun
sonucunda ise farklı ve yalnız olmanın, fakirliğin, halinden utanmanın, bir
nevi merhametsizliğin doğuşunun anlatıldığı bir kitap oldu benim.
Bu kitabın ilk dikkatimi çektiği yer Fahrenheit 451 filminde
olmuştu. O zaman kesin karar vermiştim okuyacağım diye. Demiştim ya ağır olur
okuduğumu anlayamam, altını çizecek bir cümle bulamam diye korkmuş okumamıştım.
Bu kadar geç kaldığım için gerçekten üzgünüm. Kitabı okuduğum süre boyunca
ağzımın açık kaldığı yerler, yok artık dediğim yerler, güldüğüm, eğlendiğim
yerler olmuştu. Ancak o son iki sayfa benim hayatımda başka yere sahip. Ben bir
kitabın bu kadar güzel bitebileceğini, bu kadar anlamlı kapanabildiğini çok az
gördüm…
“Çünkü hepimiz yaşama alışkanlığımızı kaybetmiş, topallayarak
yürüyen insanlarız. İsteğimiz ne? Ne istediğimizi kendimiz de bilmiyoruz
aslında. Eğer akılsızca isteklerimiz yerine getirilmiş olsa bizim için daha da
kötü olur. Nasıl yaşadığıma gelince, sizin yarıda bıraktığınız şeyleri
sonlandırmış bulunmaktayım. Üstelik siz korkaklığın “aklıselim”lik olarak
görüyorsunuz ama, unutmayın ki, kendi kendinizi aldatmış oluyorsunuz. Bizi
kitapsız olarak bıraksalar, hemen kendimizi kaybederiz. Ne tarafa yürüyeceğimizi,
kimden tutunacağımızı, neden hoşlanıp neden nefret edeceğimizi, kime saygı gösterip,
kimi küçük düşüreceğimizi bilemeyiz. Hatta insan olmak bile bize ağır gelir. Gerçek
bir insan kıpkırmızı kanıyla ve yumuşak derisi ile… Bundan utanıyor ayıp
sayıyoruz. Halbuki “soyut insan” tipi bir sürü olmayı arzuluyoruz. Aslında
bizler ölü doğmuş yaratıklarız. Zaten çoktandır hayatta olmayan babalardan
dünyaya geliyoruz. Hatta buna çok seviniyor bundan zevk alıyoruz. Neredeyse bir
kolayını bulup doğrudan doğruya fikir dölleri olarak dünyaya geleceğiz.
Artık yeter bir daha
yeraltından yazmayacağım… Kısacası, bu paradoks hastasının notları burada
bitmiyor. Dayanamadığı için yazmaya devam etmişti. Ama biz burada durabiliriz
galiba…
Eda Hanım Merhabalar,
YanıtlaSilDünyanın en büyük yazarlarından kabul edilen Rus Yazar Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin 1866’da yayımlanan ve güncelliğini hiç yitirmeyen ölümsüz eseri Suç ve Ceza adlı romanından hafızama kazınan 20 alıntıyı okumanız için sizinle de paylaşmak istedim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/dostoyevskinin-suc-ve-ceza-romanindan-hafizama-kazinan-20-alinti/
‘’Sonra öğrendim bunun asla olmayacağını, insanların değişmeyeceğini ve onları kimsenin değiştiremeyeceğini ve bunun çabalamaya değmediğini. Evet, böyledir.’’ En çok da bu cümle hafızamda yer edinmişti. İnsanları olduğu gibi kabul etmemiz ve değiştiremeyeceğimiz şeyler için kendimizi üzmememiz gerekir.
Umuyorum keyifle okursunuz,
sağlıkla kalın.