Ana içeriğe atla

Erasmus Savaşa Karşı Kitap Yorumu

Erasmus Savaşa Karşı Kitap Yorumu


Kitapçının tavsiyesi ile aldığım bir kitap Erasmus Savaşa Karşı. Okurken çok zorlanmış olmama karşı güzel fikirler edindiğim bir kitap oldu benim için.

İnsanın masumiyetinin ve acımasızlığının en güzel ortaya konduğu yapıtların başında gelir. İnsanı anlamak için evrensel bir klavuz niteliğinde adeta… denmiş arka kapakta. Ve eklenmiş, “Yağmalamaların zavallı halktan insanlar, cepleri fazlasıyla şişirilen asiller, çocukluklarından mahrum bırakılan ve çocuklarının katledilmesiyle kendileri de ölen yaşlı adamlar; muhtaç durumda kederin silahtan daha acımasızca yaraladığı yaşlı kadınlar, dul kalmış nice namuslu kadın, babasız onca çocuk, içler acısı halde nice ev, bir lokma ekmeğe muhtaç olmuş pek çok zengin… Burada konuşulması gereken esas nokta iyiliğin yok olması; çünkü tüm zararlı şeylerin, evrensel düzeyde salgının savaştan sonra arttığını iyiden iyiye bilen kimse yok.”

Kitabın girişinde yazan “Dulce Bellum Inexpertis” yazısı ile iyi bir kitaba başladığımı hissetmiştim. Anlamı; “Savaş yalnızca onu yaşamayanlara güzel gelir.” Bu cümleyi okuyunca aklıma Kazım Koyuncu’nun o çok sevdiğim sözü aklıma gelmişti, “Savaşın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlamak için savaşmak zorunda değiliz.”

Kitap ilk olarak insanoğlunun yaratılışına giriş yapıyor, bizlerin o güzel yaratılışını muazzam derecede tasvir etmiş, bizlerin dünyada bulunma amacımızı bir nebze çok güzel bir biçimde açıklamıştı. Doğa kanunları ve ya yaratıcı deyin, “ bu yaratığı(insandan bahsediyor…) savaşa değil arkadaşlığa, yıkıma değil sağlığa, yanlışa değil iyilik ve yardımseverliğe uygun olarak yaratıldığını hemen anlamamız gerekmez mi?” Tabiat ve ya Tanrı, insan dışında diğer tüm yaratıkları kendi silahları ile donatmıştır. Boynuzlular, pençeliler, uzun dişliler, dev gövdeli filler, kalın derili timsahlar, dikenleri ile kendini koruyan kirpiler, zehirliler… Aralarında sonu gelmez bir çekişme ve kavga olanlar…

İnsana gelelim, çıplak, zayıf, hassas, silahsız, yumuşak etten ve pürüzsüz tenden ibaret bir yaratık. İnsanoğlunun savaşa ve ya herhangi bir şiddete mukadder kılındığını gösterecek hiçbir şey yok… Diğer tüm yaratıklar doğduktan kısa bir süre sonra kendi hayatlarını idame ettirebilir ancak insan doğduktan uzun yıllar sonra bile muhtaç ve acizdir. İnsanlar bütünüyle birbirine muhtaçtır.  Dolayısıyla insanın doğuştan itibaren bu konjonktürde, doğuştan sevgi ve dostlukla dolu olduğunu söyleyebiliriz.

“Tabii insanlığa dair ne varsa koparıp atan ve kendi türünden vazgeçen insan hariç; böyle bir insan canavara dönüşecektir.”

İnsanların ilk olarak nasıl canavarlaştığını güzel bir şekilde açıklamış, vahşi hayvanlar avlandıkça onlardan öldürmeyi öğrenmiş insanoğlu sonra kendini korumak için ilk olarak vahşi hayvanları öldürmüş, sonra kürkleri için hayvanları öldürmeye başlamış, sonra yemek için, sonra sebepsiz…

Hayvanları öldüre öldüre, çok geçmeden insanın da az uğraşla kolayca öldürülebileceğini öğrendi insanoğlu… Pythagoras, kendisinin canını yakmadığı halde zavallı bir hayvanın kanını akıtmaya alışmış bir insanın eninde sonunda, öfkelendiğinde ya da canı yandığında bir adamı öldürmekten de korkmayacak duruma geleceğini kavramıştı…

Kötülük, savaş, cinayet bunları dine göre sade bir biçimde anlatmış. Sahiden hangi din, hangi peygamber kötülüğü, çıkarı, sebepsiz adam öldürmeyi, hoşgörüsüzlüğü söylemiştir… En kötüsü ise birde bunu din için yaptıklarını söylemeleridir. Bunun en güzel örneğini savaşlar ile vermiş. Kitapta haçlıların Türklere bakış açısını da görebiliyoruz. Türklere hoşgörümüzü, insanlığımızı göstermek yerine onlarla savaşıyoruz. Bizim bu yönümüzü gören Türkler neden bizim dinimizi seçsinler? Biz dinimizin ne kadar üstün olduğunu davranışlarımız ile göstermeliyiz. Sahi hangi din hoşgörü yerine silahlanmayı emreder ki? Şeytanın krallığı savaşta değilse başka nerededir ki?
“Bir savaş başka bir savaşı tetikler.”

İnsanlar dışında kendi türü ile kavga eden kendi türünü öldüren yoktur. İkinci olarak etseler bile bunu kendilerine verilen doğal silahları ile yaparlar. Biz insanlar ise şeytani silahlar ile kuşanıyoruz.

“Ama ne yazık ki, aklın olmadığı yerde gözler ne görsün? Ey insan, ey sen öfkeli savaşçı! Yine de dön bir kendine bak bakabilirsen ve gör hiç kendine gelebilecek misin yeniden, görebilirsen. Bu tehdit edici sorguç da ne arıyor başının üstünde? Bu parlak miğfer de nereden geldi? Bu demirden boynuzlar da nesi? Bu incecik dirsekleri nerede böyle keskin, mızrak gibi yaptın? Üstündeki bu kireçlenmiş tortu nasıl oldu? Bu madeni dişlerde nereden çıktı? Bu kalın levha ne arıyor üstünde? Bu ölümcül silahları kim verdi eline? Nasıl oldu da sesin vahşi bir hayvanınkinden daha korkunç hale geldi? Ya ölümcül bir hayvandan daha tüyler ürpertici olan şu yüzün, bakışların? Gök gürültüsü ve şimşeğin kendisinden daha korkunç, onlardan daha zarar veren şu kükremeleri ve parlamaları da nereden aldın? Ben seni ne kadar da iyi bir varlık olarak yaratmıştım; ne girdi aklına da sana kıyasla hiçbir yaratığın bu derece akıldan uzak olamayacağı böylesi vahşi, canavarca bir hale getirdin kendini…”

Kitap bir sisteme isyan mı? Dinin kullanılmasına karşı bir isyan mı? İnsanlığın acımasızlığına isyan mı? Belki hepsi belki hiçbiri. Ancak iyi ki okudum dediğim bir kitap, çok farklı noktalarda beni aydınlattı. En kısa zamanda tekrar okumak istiyorum, belki sonra tekrar ve tekrar. İleride çocuğuma da okutmak istediğim kitaplardan. İnsan iyilik için bu dünyada. Birbirimize yardımcı olmak için buradayız. Mutluluğumuz bu noktalara bağlı. Kötülük ve saldırganlık hayvanlara mahsus kalmalı…

Toplam yetmiş dokuz sayfa olan Erasmus Savaşa Karşı kitabı beklentilerimin çok üzerindeydi…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan Neyle Yaşar? / Mum

"'Göze göz, dişe diş' dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin." (Matta, 5:38-39. baplar) “Bu olay derebeylik zamanlarında yaşandı. Her türden derebeyi vardı o zamanlar. Tanrı ve ölüm korkusu olan, insana merhamet etmeyi bilenler de vardı, hatırlamaya bile değmeyecek, köpek gibi olanlar da. Fakat en kötüleri, çamurun içinden çıkmasına rağmen prens olmuş gibi davranan, toprak köleleri arasından yükselip amir olanlardı! Herkes en çok onlardan çekiyordu.”  Diyerek başlıyor  hikaye. Köylülere eziyet eden bir kâhyayı anlatıyor. Burada ana karakter “kötü” bir insan. Kötülüğü ise hırsından geliyor. Yükselerek bir köye kâhya olmuştur. Ancak köylülere eziyet etmektedir. Kraldan çok kralcılık taslıyor diyebiliriz. “Kâhya eline gücü geçirir geçirmez köylülerin tepesine bindi. Onun da bir ailesi –karısı ve evli iki kızı- vardı, epey de para biriktirmişti: Günaha girmeden, rahatça yaşayıp gidebilirdi, ama hırs dolu olduğun

İnsana Ne Kadar Toprak Lazım / İnsan Neyle Yaşar?

Bu öyküyü çok küçükken okumuştum. Yıllar geçtikten sonra tekrar okuduğumda bu kadar hafızamda yer etmiş olmasına şaşırmıştım. Öykünün tümünü hatırlıyordum. Öyküyü yeniden okuduğumda çok etkilendim. Büyük ihtimalle küçükken okuduğumda da bu denli etkilenmiştim. İnsanın aç gözlülüğü belki bu kadar açık, nazik ve zekice anlatılabilirdi. Aza kanaat etmeli. Aslında bundan bir 10 yıl önce kendi çevremde de bu böyleydi. Herkes her şeyi paylaşır, herkes halinden memnundu. Kimse daha fazlasını aç gözlülük ve ya göstermek için istemezdi. Kendi hayatını ileri taşımak herkesin hayalidir. Benimde öyle ancak, bu hırsla ve aç gözlülük yüzünden olmamalı. Bilinçlice eldekilerin keyfini çıkarırken gelmeli daha fazlası. Böyle olursa eğer hayatın tadının daha iyi çıkacağını düşünüyorum. Hep daha fazlasını isterken, ömür bitiyor bir hiçlik içinde. Özellik son zamanlar da, artık hemen hemen herkes halinden şikayetçi. Herkes daha fazlasını istiyor ama kimse daha fazlasının ne olduğunu bilmiyor. Çü

En Ünlü Güney Koreli Erkek Artistler Doğum Tarihleri, Burçları ve Dizileri

      Konumuz Kore olunca aklımıza ilk gelen diziler ve oyuncular oluyor. Erkekleri yakışıklılığı ile kızları sevimliliğiyle gözlerimize adeta şölen yaşatıyor. Benim de boş zamanlarıma ve uyku tutmayan gecelerime sık sık eşlik ediyor Koreli yapımlar. Bir dizi bitti mi hemen oyunculara ilgim yöneliyor ve tabi ki ilk olarak doğum tarihleri sonrasında da burçları merakımı cezbediyor. Bunun için en beğendiğim oyuncuların doğum tarihleri, burçları ve en popüler dizilerini hem kendim için hem de sizler için bir liste halinde hazırladım.  😍 En Ünlü Güney Koreli Artistler Doğum Tarihleri, Burçları ve Dizileri Listesi; Ji Chang Wook: 5 Temmuz 1987 ve Yengeç Burcu Dizi Önerisi: The K2, Healer           Lee Jong Suk: 14 Eylül 1989 ve Başak Burcu Dizi Önerisi: W, Pinocchio, Doktor Stranger ·          Park Hae Jin: 1 Mayıs 1983 ve Boğa Burcu Dizi Önerisi: Bad Guys, Man x Man Kim Woo Bin: 16 Temmuz 1989 ve Yengeç Burcu Dizi Önerisi: The Heirs,