Ana içeriğe atla

Kafkaesk Öyküler / Boğulan Dev / J.G. Ballard

Dev Olması İnsan Olmasını Gerektirmez (!)

Kafkaesk Öyküler / Boğulan Dev / J.G. Ballard

Bir akşam üstü ablam bir kitap hediyesi ile geldi bana. “Kafkaesk öyküler”. Ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Kafka ile bağdaştırılarak bir çok öykü bir kitapta buluşmuştu. Tam istediğim gibi. Kitabın içinde öykü ile ilgili yorumlar da vardı. Kafka hakkında çok fazla bilgiye ulaşabilirim sonunda diye düşündüm.

Kitaptaki ilk öykü açlık sanatçısı idi. Bu öyküyü önceden okuduğum için daha önce okumadığım bir öyküye geçtim. Açlık sanatçısı öyküsü hakkında fikir edinmek isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.



Kitabın ikinci öyküsü olan "Boğulan Dev" oldukça akıcı ve etkileyici. Bence kolay okunan öykülerden biri. Öyküyü anlamak ve hikayenin içine girmek gerçekten kolay bir şekilde gerçekleşiyor.. Öykü bir insanın, sahile vuran cansız devi anlatması ile başlıyor. O deve neler olduğu ve halkın ilgisi ile devam ediyor. Anlatıcının kim olduğunu bilmeden hikayede buluşuyorsunuz. Anlatıcı, sahilde yatan o devasa vücutlu devi anlatırken ben hayalimde canlandırmakta oldukça güçlük çektim. İnsanların devasa vücutlu bir insana yaptıkları şaşırtıyor. Yazarın da amacı budur belki... Devin üzerinde gezen insanlar, mağara gibi olan burun deliklerine giren gençler, yanaklarında dolaşırken eğlenenler, burun kemerine oturarak manzarayı izleyen insanlar ve daha nicesi... Öyle ki bu durum bir eleştiri mi yoksa sıradan doğa üstü bir kurgu mu bunu kestirebilmek zor.  

 İnsanların kendilerinden farklı olduğu için cansız bir bedene yaptıklarını okumak pek hayrete düşürdü beni. Ancak o harika betimlemelerde ben de bir an devin üzerinde gezinmişim gibi hissettim. Hikayeye girdikçe olağan bir durumla karşılaştım. Tabi ki insanlar onun parçalarını almışlar, esnafı dükkanına, kimisi başka yerlere hem asmış hem saklamışlar. Ve öykünün sonunda her olayda olduğu gibi dev de unutulmaya mahkum olmuştur...

Birçok eserde olduğu gibi bir obje üzerinden hikayeye bir anlam yüklemek anlamsız oluyor. Bu bütünlük içinde geçerli. Bu hikayede dev üzerinden hangi mesajın verilmek istendiğine kesin bir sonuçla yaklaşmak hata olur. Ancak bana kalırsa farklı olmak, değer görmemek için geçerli bir sebep. Çünkü o normal bir insan değil. Bunu yansıtan ise öyküdeki halkın tavrıdır. Ona bir değer göstermek ve yahut bir canlı muamelesi yapmak anlamsız. Sebebi; o normal bir canlı ölçüsünde değil. Farklı olması için yeterli bir sebep. Neden ölmüş, canı yanmış mı ve ya cinayet mi?  Karşındaki senden olmayınca bu soruların bir anlamı olması beklenemez. Bu sebeptendir ki saygı dahi hak etmez...

Bu kısacık öyküde bile beni durup düşündüren yazara sonsuz saygı ve sevgilerimi sunuyorum. On sayfalık bu öyküyü okumanızı isterim...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan Neyle Yaşar? / Mum

"'Göze göz, dişe diş' dendiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin." (Matta, 5:38-39. baplar) “Bu olay derebeylik zamanlarında yaşandı. Her türden derebeyi vardı o zamanlar. Tanrı ve ölüm korkusu olan, insana merhamet etmeyi bilenler de vardı, hatırlamaya bile değmeyecek, köpek gibi olanlar da. Fakat en kötüleri, çamurun içinden çıkmasına rağmen prens olmuş gibi davranan, toprak köleleri arasından yükselip amir olanlardı! Herkes en çok onlardan çekiyordu.”  Diyerek başlıyor  hikaye. Köylülere eziyet eden bir kâhyayı anlatıyor. Burada ana karakter “kötü” bir insan. Kötülüğü ise hırsından geliyor. Yükselerek bir köye kâhya olmuştur. Ancak köylülere eziyet etmektedir. Kraldan çok kralcılık taslıyor diyebiliriz. “Kâhya eline gücü geçirir geçirmez köylülerin tepesine bindi. Onun da bir ailesi –karısı ve evli iki kızı- vardı, epey de para biriktirmişti: Günaha girmeden, rahatça yaşayıp gidebilirdi, ama hırs dolu olduğun...

İnsana Ne Kadar Toprak Lazım / İnsan Neyle Yaşar?

Bu öyküyü çok küçükken okumuştum. Yıllar geçtikten sonra tekrar okuduğumda bu kadar hafızamda yer etmiş olmasına şaşırmıştım. Öykünün tümünü hatırlıyordum. Öyküyü yeniden okuduğumda çok etkilendim. Büyük ihtimalle küçükken okuduğumda da bu denli etkilenmiştim. İnsanın aç gözlülüğü belki bu kadar açık, nazik ve zekice anlatılabilirdi. Aza kanaat etmeli. Aslında bundan bir 10 yıl önce kendi çevremde de bu böyleydi. Herkes her şeyi paylaşır, herkes halinden memnundu. Kimse daha fazlasını aç gözlülük ve ya göstermek için istemezdi. Kendi hayatını ileri taşımak herkesin hayalidir. Benimde öyle ancak, bu hırsla ve aç gözlülük yüzünden olmamalı. Bilinçlice eldekilerin keyfini çıkarırken gelmeli daha fazlası. Böyle olursa eğer hayatın tadının daha iyi çıkacağını düşünüyorum. Hep daha fazlasını isterken, ömür bitiyor bir hiçlik içinde. Özellik son zamanlar da, artık hemen hemen herkes halinden şikayetçi. Herkes daha fazlasını istiyor ama kimse daha fazlasının ne olduğunu bilmiyor. Çü...

Kıvılcımı Söndürmeyen Ateşi Zapt Edemez

İnsan Neyle Yaşar? Kitabının ikinci öyküsüydü bu hikaye. Başlığı okumamla beraber merak etmeye başlamıştım bu öyküyü. Hani bazı cümleler vardır, insanın içine dokunur işte böyle olmuştu. Daha başlıkta içime dokunmuştu. Bu kısa öykü bir hayat dersi aslında. Nefret küçük bir kıvılcım olup yüreğimizde ki yerini aldığında kendimizi haklı çıkarmak adına her yola sürükleyebiliriz. Nefret yüktür derler ya işte öyle… Bu hikayede de nefretin aslında en çok kime zarar verdiğini net bir şekilde göreceğiz. Bir yumurtadan başlayan, her şeyi koca alevlere dönüştüren bir öfke anlatılıyor bu öyküde. Aslında ilk başlarda huzurlu bir komşulukları vardı bu öyküde ki insanların. Sonra bir gün tavuk karşı komşunun arsasına girer ve bir yumurta kayıptır. Önce kadınlar başlar kavgaya. Bir yumurtadan sebeple… Sonra erkeklerde dahil olur bu kavgaya. Öyle büyür öyle büyür ki bu kavgalar. Artık birbirlerini şehre gidip mahkemeye vermekten neredeyse topraklarıyla uğraşacak vakit bulamamışlar. Tabi ...