Özgürlük Hissi Kaplarken Tüm Hücreleri…
Celal Al-i Ahmed 1923 yılında İran’ın Başkenti Tahran’da
doğdu. Eğitimini ailesinin baskıları yüzünden ilkokulda bırakmak zorunda kaldı.
Ancak bir süre sonra eğitimine tekrar döndü ve lise, üniversite diplomalarını
aldı. Doktorasını yarıda bıraktı ve öğretmen olarak çalışmaya başladı. 1953
yılında ihtilal sonrası birçok aydın gibi kendi kabuğuna çekildi. Arıların hikayesini
bu dönemde yazdı. Celal 1969 yılında Tahran’da vefat etti.
Kitap okurken, en önemli noktalardan biri yazarın hangi dönemde
ve nerede yaşadığıdır. Bu hikayede arıların umutla özgürlük hayallerine
koşacağını okurken, arıların bir figür olduğunu kısa sürede anlıyorsunuz. Celal
arılardan yola çıkarken o dönemde hissettiklerini çok etkileyici ve farklı bir
yoldan bizlere anlatmış. Bir ülkenin hangi dönemini merak ediyorsanız en doğru
fikirlere o dönemde yazılan romanlardan ulaşabilirsiniz. Kültüre, dayatılandan
çok halkın hissettiklerine, eski ve yeni neslin birbiri ile nasıl çakıştığını
ancak romanlar en yalın haliyle ifade edebilir. Devletin doğru veyahut yanlış
kararları mutlak surette halkın bir bölümünü mutsuz edecektir. Dert ortağı
olacağımız insanlar için derine inip onların hissettiklerini anlayabiliyoruz. Örneğin
Afganistan için kuru kuru bilgi edindiğimizde halkın neler yaşadığı ve hissettikleri
hakkında bihaber olmamamız kaçınılmaz. Bu dönemi en iyi şekilde kitaplarına
yansıtan Khaled Hosseini’yi okuduğumuzda bakış açımıza bin bir pencere
açabiliriz. Aynı şekilde Pakistan için Ben Malala, Mısır için Sıfır noktasındaki
kadın ve daha niceleri. Bir örnekte kendi ülkemizden verebiliriz. Yakup Kadri,
Halide Edip, Şemsettin Sami, Recaizade Mahmut Ekrem ve daha nicesiyle Osmanlı’nın
son dönemlerindeki ve Cumhuriyetimizin ilk dönemlerindeki kültüre ve
düşüncelere, kuşak çatışmalarına en doğru yoldan bu şekilde ulaşabiliriz.
Dönemi yansıtan birkaç farklı yazarı okumadan o dönem hakkında doğru bilgiye
ulaştım demek bana göre imkansızdır.
Yıl boyunca çalışarak ürettikleri tüm balı onlardan alan
Kemend Ali Bey’in ve bu durumu fark ettiklerinde ne yapacakları konusunda hep
birlikte çözüm yolu arayan arıların hikayesi… Konuyu bu şekilde
özetleyebiliriz.
Zamanında göç ederek gelen arıların ve onları şehir hayatına
alıştırarak tüm erzaklarını yöneten Ali Bey, kovanlarına kovan katar. Arılar
ise yeni nesil ve eski nesil olmak üzere çoktan bölünmüşlerdir. Bir gün
karıncalarında işgaline uğramak üzereyken artık bu devranın böyle gitmeyeceğine
dair oturup konuşmaya başlar Hanım Arı Sultanlar. Önce yaşlılar söz alır
ardından gençler. Kaos ortamı oluşmuştur bile. Göç etmek, özgürlüğe uçmak ya da
burada kalıp hiç çalışmadan tembel tembel yaşamak arasında bir seçim… “Sizler
bunu hayat sanıyorsunuz" diye çıkışır Büyük Sultan, küçüklerine karşı. Devam
eder sözlerine, "bizler dağlardan geldik orada kimsenin emrinde olmadan yaşar
giderdik. Yapay çiçeklere ve bir yönetici patrona ihtiyacımız yoktu. Her çiçeğe
konar güneşin altında kimsenin emri olmadan özgürce yaşar giderdik. Sizler
şehir hayatına alıştığınız için çalışmaktan korkuyorsunuz.” Ve küçüklerden biri
atılır; “Bizim asıl sorunumuz göçebelik alışkanlığımızdır. Karşımıza çıkan ilk
sıkıntıda çekip başka yere gitmeyi düşünüyoruz. Bakın düşmanımız karıncalara
evlerini sular bastığında kaçmak ve ya çekip gitmek yerine boğularak ölmeyi
ister. Çalıkuşlarına bakın yuva yaptığı ağaca öyle bağlanır ki; sonbaharda yuvasını
terk ederken bile giydiği elbisesini ağaçta bırakır.” Arılar bu şekilde birbiri
ile tartışırken en doğru kararı vereceklerine şüphemiz yok tabi ki…
Bu kitabın sonunda ufak bir tebessüm kondu yüzüme umarız ki
tüm dünyada insanların sonu bu arılar gibi olur… 93 sayfalık bu kitabı aynı gün
içinde bitirebileceğinizi düşünüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder